Devlet, artık kendini Monarşi değil, Cumhuriyet olarak adlandıracaktır; ama yine de Devlet - yani, o büyük, iflah olmaz ve korkunç çocuğu, halkı, gözetlemek ve yönetmek üzere becerikli küçük bir insan grubu tarafından, gerçek deha ve yetenek sahibi insanlar tarafından, resmen ve düzenli bir biçimde oluşturulmuş bir vesayet rejimi - devletliğini yapacaktır. Okulun profesörleri ve Devletin yetkilileri, kendilerini Cumhuriyetçiler olarak adlandıracaklardır; ama bunlar yine vasiler, çobanlar olmaya devam edeceklerdir; ve halk, ezelden beri ne idiyse o olarak, yani sürü olarak, kalacaktır. Bu arada koyun kırkıcılara da dikkat etmek gerekecektir; çünkü nerede bir sürü varsa, orada mecburen, görevleri o sürüyü kırkmak ve boğazlamak olan çobanlar da olacaktır.
Bu sistemde halk, sürekli olarak, bir çömez, bir öğrenci olarak kalacak ve kendisine ait olmayan düşüncelerin, isteklerin ve nihayet çıkarların aracı olmaya devam edecektir. Bu durum ile bizim özgürlük olarak adlandırdığımız - ve aslında tek gerçek özgürlük olan - durum arasındaki fark ancak uçurum sözcüğüyle tanımlanabilir. Bu durumda, eski baskı ve eski kölelik, yeni biçimler altında varlığını sürdürmeye devam eder. Ve köleliğin olduğu yerde, yalnızca sefalet ve zulüm değil, hem ayrıcalıklı sınıflar hem de kitleler arasında hüküm süren, gerçek bir toplumsalmateryalizm de ortaya çıkar.
[…]
Hangi insani sorunu tartışırsak tartışalım, hep, iki ekol arasındaki aynı temel çelişkiye ulaşıyoruz. Zaten gözlemlemiş bulunduğum gibi, bu da gösteriyor ki, materyalizm, hayvan durumundan yola çıkıp insanlık durumuna ulaşmaya çalışırken; idealizm, köleliği kurma ve yığınları sürekli hayvanca yaşamaya mahkum etmek için kutsallık kavramından hareket etmektedir. Materyalizm, özgür iradeyi inkar eder ve sonunda özgürlüğün kurulmasına ulaşır; idealizm ise, insan saygınlığı adına özgür irade yanlısı olduğunu ilan eder ve sonunda tüm özgürlüklerin yıkıntıları üzerinde otorite ilkesine varır. Materyalizm otorite ilkesini reddeder; çünkü, haklı olarak, bu ilkeyi hayvansallığın bir parçası olarak görür; tarihin amacı ve başlıca anlamı olan insanlığın zaferinin ise, tam aksine, özgürlük aracılığıyla gerçekleşeceğini düşünür. Kısacası, idealistleri, hep pratik materyalist davranışlar içinde; materyalistleri ise en yüce ideal ve özlemlere ulaşma ve onları gerçekleştirme peşinde koşarken görürsünüz.
Mikhail Bakunin - “Tanrı ve Devlet” (Öteki Yayınları, s43-46 & s52-53)