Özgün

Six Feet Under”

Brenda: I think it’s all just totally random.
[Her şeyin rastgele olduğunu düşünüyorum.]

Nate: Really?
[Gerçekten mi?]

Brenda: Yeah. We live, we die, ultimately nothing means anything.
[Evet. Yaşıyoruz, ölüyoruz, nihayetinde hiçbir şeyin bir anlamı yok.]

Nate: How can you live like that?
[Bu şekilde nasıl yaşayabiliyorsun?]

Brenda: I dunno, sometimes I wake up so fucking empty I wish I was never born, but what choice do I have?
[Bilmiyorum, bazen uyandığımda öyle boş hissediyorum ki, hiç doğmamış olmayı diliyorum. Fakat, zaten ne seçeneğim var ki?]

Six Feet Under”. Bilincime yerleşen en güzel ve en nefret edilesi dizi olma şansını elde etmişti. Damağınızda çıkan bir yara gibi, acı verdiğini bile bile tuhaf bir zevkle dilinizi götürdüğünüz.

Toplam 5 sezon sürmüş olan bu şaheseri, yakın zamanda tekrar izleme gibi bir gaflette bulundum. Üçüncü sezonu bitirmek üzereyken farkettim ki kafamdakileri yazıya dökmeden rahat edemeyeceğim.

Dizi, cenaze evi işletmecisi olan Nathaniel Sr. Fischer’ın zamansız ve trajik ölümü ile, işletmeyi devralan iki oğlu David “Dave” Fischer ve Nathanial “Nate” Jr. Fischer’ı ve nevrotik aile çevresini, ilişkilerini konu alıyor.

Ailedeki her bireyin itinayla işlendiğini dizinin başladığı andan itibaren hissetmeniz mümkün. Mükemmeliyetçi eşcinsel Dave’in herkesi memnun etme hastalığı ile kendisini keşfetme ve etrafına keşfettirme çabalarıyla boğuşurken, küçüklükten beri nefret ettiği işin başına geçmek zorunda kalan Nate’in bağlılık sorunları ve basitçe sorunlu ilişkileri ile de bunun üstüne tat katabiliyorsunuz. Kocasını kaybetmenin acısına, bir de onu aldatmış olmanın sorumlu suçluluk duygusunu ekleyen Ruth Fischer’ın depresyonun sınırlarındaki gezintisi zaman zaman seyirciyi zorlayabiliyor. Ailenin en küçüğü olmasına rağmen, ortamın tuhaf bir şekilde en olgun ve daha da tuhaf olarak en normal bireyi Claire Fischer bile zamanla dizinin havasına girerek iç çelişkilerine yenik düşüyor.

Her bölümün ardından bir tabak kırık cam yemiş gibi hissediyor olmam, buna rağmen devam eden bölümü seyretmek için zaman kaybetmemem kendimle ilgili bir şeyler de söylüyor olabilir.

Nate: What about you saying that things happen that leave marks… in people, in space, in time?
[Peki, olayların insanlarda, uzayda, zamanda iz bıraktıkları ile ilgili söylediklerin?]

Brenda: Yeah that’s physics. Energy affecting matter. Talking to dead people is delusional.
[Evet, o fizik. Enerjinin maddeyi etkilemesi. Ölü insanlarla konuşmak ise sanrı.]

Nate: So you definitely don’t believe in any kind of a life after death?
[Öyleyse ölümden sonra yaşamla ilgili hiçbir inancın yok?]

Brenda: I think people live on through the people they love, and the things they do with their lives.. if they manage to do things with their lives.
[Bence insanlar sevdikleri diğer insanlarda ve hayatlarında yaptıkları şeylerle yaşamaya devam ediyorlar… Eğer hayatlarında bir şeyler yapabilmişlerse.]

Nate: But that’s it, that’s it? That’s all there is, there’s nothing more, there’s nothing like bigger?
[Yani, hepsi bu mu? Her şey bundan mı ibaret, daha büyük bir şey yok mu?]

Brenda: Just energy.
[Sadece enerji.]

Nate: But there’s no plan, no-
[Ama hiçbir plan, hiçbir-]

Brenda: No, there’s definetely no plan. Just survival. Should I have ordered the salmon?
[Hayır, kesinlikle bir plan yok. Sadece hayatta kalma. Somon mu ısmarlasaydım?]

Nate: Uh, I dont know. How can you live like that? I mean, what if you found out you were gonna die tomorrow?
[Ah, bilmiyorum. Nasıl bu şekilde yaşayabiliyorsun. Demek istediğim, ya yarın öleceğini öğrenseydin ne olurdu?]

Brenda: I’ve been prepared to die tomorrow since I was six years old.
[Ben yarın ölmeye, altı yaşımdan beri hazırlıklıyım.]

Nate: Really?
[Gerçekten mi?]

Brenda: Yeah, pretty much. We never got butter.
[Evet, aşağı yukarı. Hiç yağımız olmuyor.]

Nate: Well why since you were six?
[Peki, neden altı yaşından beri?]

Brenda: Because I read a report on the effect nuclear war would have on the world and it was pretty clear to me at that point that this was definitely gonna happen.
[Çünkü, nükleer bir savaşın dünya üzerindeki etkisi ile ilgili bir rapor okudum ve o andan itibaren böyle bir şeyin kesinlikle olacağını net olarak anladım.]

Nate: When you were six?
[Altı yaşındayken?]

Brenda: And I wake up every day pretty much surprised that um.. everything is still here.
[Ve her sabah kalktığımda her şeyin hala yerinde olduğunu görmek şaşırtıyordu.]

Nate: Well I dont understand how you can live like that.
[Bu şekilde nasıl yaşabildiğini anlayamıyorum.]

Brenda: Well I thought we all did.
[Hepimizin böyle yaşadığını düşünmüştüm.]