Özgün

Yitik

Bir, iki, üç, dört ve dön.

Rutubet, küf ve lağım kokusu. Ne yazık ki, yeterince baskın değil. Düşünmek hala mümkün. Sorun biraz da bu aslında. Sürekli düşünmek. Hatalar silsilesi bir hayat.

Bir, iki, üç, dört ve dön.

Geçmiş aptallıklar yavaş çekim bir film gibi gözümün önündeler. Yine de hepsi sinemada film öncesi çıkan fragmanlar gibi sönük. Ve hepsi esas film olan ve burada olma sebebim son aptallığım için ısınma turları gibi kalıyorlar.

Bir, iki, üç, dört ve dön.

Zarar verdim. Üstelik bu yapmak isteyebileceğim son şeyken. Her şeyden daha çok acı veren de bu zaten. Şimdi farkediyorum ki, tüm bunlar bencilliğimin bir ürünü. Nasıl bu kadar aptal olabildim? Zihnimi arka plana atabildim? Duygularıma yenik düşebildim?

Bir, iki, üç, dört ve dön.

Cevap veremediğim sorular. Şimdi ise kendimi zifiri karanlıkta bir ritüelle avutmaya çalışıyorum. Zihnimi tekrar arka plana atabilmek, düşünmeyi engelleyebilmek adına. Pek işe yarıyor gibi gözükmüyor. Yine de denemekten başka yapabileceğim bir şey yok.

Bir, iki, üç, dört ve dön.

Gerçekçi olmak gerekirse, dördüncü adımım biraz kısa kalıyor. Hücrem yaklaşık olarak üç buçuk adıma beş adım boyunda. Biliyorum. Diğer türlü gitsem beş adım gitme şansım olacak. Fakat iki duvar arasında turlamaktansa, bir buçuk adımı, duvar yerine iki dönüşten birinde bile olsa parmaklıkla yüzleşmeye değişeli epey oldu.

Bir, iki, üç, buçuk ve dön.

İçimdeki boşluk giderek büyüyor. Yeterince büyüyüp beni, benliğimi içine çekmesi gibi hayallerim var ama gerçek olmayacağının da acı bir şekilde farkındayım.

Bir, iki, üç, dört ve dön.

Bu hayatta tuhaf olan pek çok şey var. Ama sanırım en tuhafı tüm bunların, yani bu hücrenin, sadece zihnimde var olması. Beni korkutan şey ise, hücrenin anahtarının içimdeki boşluğa düşmüş ve yitip gitmiş olması.

Bir, iki, üç, dört ve dön.


Avaris - 12.09.2008 01:57